Yazıma başlamadan evvel, yazımı okuyan tüm dostları Şi’ra’nın rabbinin selamıyla selamlar, Ramazan-ı Şerif aylarının hayırlı ve bereketli olmasını dilerim.
Ramazan-ı Şerif ve mart ayının ilk yazısında bundan yaklaşık 25 yıl öncesinden bahsetmek istiyorum. Oruç ayı ve oruçla daha yeni tanışmaya başladığım dönemlerden…
O zaman ki büyüklerin diz seviyelerinde – tahminen benim bel seviyelerimde idi – kar yağdığı dönemler…
Akşam ezanının saat 16 – 17 civarında olduğu zamanlar. Elbette bir başkaydı o zamanlar… Karlı günlere denk gelen bir ömrün ilk oruç zamanları…
Ve aradan geçen 25 yıl sonra yine karlı bir günde ve yine bir oruç ayında sahura kalkmadan önceki son birkaç bir saatlik zaman dilimine girilirken yazıyorum bu yazımı. Ve yazımı çok duygu yüklü iken yazıyorum ancak şöyle bir bilimsel bilgi ile araya girmek istiyorum:
Ortalama bir insan ömrünün 60-70 yıl olduğunu varsaydığımızda, bir insan ömründe büyük bir olasılıkla oruç ayını 2 kez yaz 2 kez de kış dönemlerinde karşılayacaktır.
Kendim için bir değerlendirme yapacak olursam ömrümün 2. kış dönemine denk gelen oruçlu senelerini yaşıyorum. Bir sonrakinin ise aslında mutlak bir sona doğru yaklaşmak olduğunu bilerek…
Neler mi değişmedi o zamandan bu zamana peki?
Aslında hep değişenin ramazanlar olduğundan hep şikâyet ediyoruz. Değişimin kendisi olduğumuzu hiç düşünmeden…
“Gece beni sahura mutlaka kaldır” diyen biz çocuklar vardık mesela. Tiyatro perdesinin kalkmasını bekleyen heyecanlı çocuklar gibi sahura kalkmayı uman biz…
Ramazan davulcusunun geçişini tören geçişi gibi izleyen biz…
Milli oyun sahalarımızdı mesela teravih namazları…
Mesela teravihten sonra kılınan vitr namazının 3. rekatinde tekbir almam gerekirken rükuya eğildiğimde saftakilerin kahkahaya boğulduğunu nasıl unuturum?
O zamanlar kömür dumanın yoğun olduğu bir Yozgat vardı mesela. Çoğu ev sobalıydı hatta çoğu apartman kömürlü kalorifer ile ısınıyordu. Mesela pidenin ben sadece ramazan da yenilebilen bir şey olduğunu sanırdım. Demirden mamül küçük bekçi kulübesini andıran tezgahlarda tel kadayıf satılırdı. Birdenbire ekmek kadayıfçılar belirirdi her köşe başında. Büyük caminin etrafında eğreti ahşaplardan sıralı hurma tezgahlarından anlardık biz ramazanın geldiğini. Ramazan Bayramı’na birkaç gün kala o tezgahlarda hurmalar yerini renkli renkli bayram şekerlerine bırakırdı. Yine o tezgahlarda satılırdı bayramlıklar. Bana hep çok ilginç gelirdi, gelip geçerken o manzaralara derin derin bakardım. Ramazan’dan önceki gün top atışı denemeleri yapılırdı.
O top seslerini duymanın heyecanını nasıl anlatabilirim ki. Nasıl unutabilirim ki sokakları bereketli son yılların, son çocuklarını sakladığı o yılların ramazanlarını.
Şimdi şehir artık o kadar büyüdü ki Çapanoğlu Mahallesi’nde yaşadığım için yıllardır top sesini duymuyorum bile. Ezcümle sevgili okur, bundan 25-30 yıl sonra ramazanlar ne ifade eder, bugün ki ramazanlar için o günlerde hangi sözler sarf edilir bilemiyorum ancak değişmeyecek olan değişimin kendisi ve arda kalan bu tatlı hatıralar. Sağlıcakla Kalın!