Hassas kalplerin müptelasıyım diyerek başlamak isterim söze. Bir de yanlış üslup doğru sözün celladıdır. Maalesef canım toplum içerinde inci bulmak gibi hassas bir kalp bulmak, yanlış üslup ise pek çoğumuzun kanayan yarası.
Geçen gün bir restorana gittim mecburiyetten, azıcık aç karnımı doyurayım diye. İsim falan vermeyeceğim elbette. Aslında isim vermemde de hiçbir sakınca yok ama yine de vermeyeceğim. Rezil bir yemek yiyip bu kadar keyif aldığım başka bir anım olmadı. Konu burada kesinlikle yemek ve orada yaşadığım aksaklıklar değil. Bu arada kendimi o kadar takdir ettim ki anlatamam. 
Anlatayım.
Girdim ve kendime uygun bir yer bulup oturdum. İlk dikkatimi çeken ortada, oradan oraya koşuşturan yaşları 12'den 18'e değişen garsonlar oldu. Muhtemelen okulların tatil olması ile birlikte soluğu orada almışlardı. Heyecan ve acemilikleri her hallerinden belliydi. Yerlere saçılan tabaklar, çatallar… Bu satırları yazarken de gülüyorum. 4 veya 5 kişi oldukları için ilk başta hangisi hangisiydi pek anlayamadım. Menü geldi, bir yemek seçip isteklerimi ilettim içlerinden birisine. 
- “Yemeğin içinde soğan olmasın, içecek ayran olsun ve birde önden ıslak mendil alayım.” 
Yaklaşık 5 dakika sonra bir tabak meze, bir tabak yoğurt geldi masaya. En küçük olanlarını yanıma çağırdım ve şöyle dedim: 
-“Bak seninle bir şey yapalım. Bu porsiyonlar benim için fazla sen bunları götür yarı yarıya boşalt öyle getir, israf olmasın.” 
Arkadaş yarı ürkek ve titrek vaziyette gitti. Geri gelen tabağın kenarlarındaki kalıntılardan anladığım kadarıyla epey zorlanmıştı. Ama denilen şeyi tam olarak doğru anlayıp yerine getirmişti. Çok hoşuma gitti çocuğun halleri. Masaya bıraktı tabakları ama çocuğun içi hiç rahat değil. Bana yakın bir köşede bu garip adamı- beni- izledi bir süre sonra yanıma gelip dedi ki:
- “Abi istersen biraz daha ekleyeyim.”
Keyfim o kadar yerindeki anlatamam size. Derken söylediğim yemek geldi. Açlığın vermiş olduğu o heyecanla başladım yemeğe ama ters giden bir şeyler vardı- yemek o an için olamaması gerektiği halde soğanlı idi- ve üstüne üstelik içecek ile ıslak mendil de gelmemişti. Ama dedim ya keyfim yerindeydi ve hiç sesimi çıkarmadan yemeğimi tamamladım. Bu tarz işletmelerde böyle konuların daha profesyonel kişilerce takip edilmesi ve kontrol altında olması gerektiği düşüncelerimi ifade etmem gerekir ama her neyse. Dedim ya ters giden şeyler vardı ama büyük bir rahatsızlık duymamıştım. Şimdi diyeceksiniz ki yazının başında bahsedilen şeylerle bunun ne alakası var?
Açıklayayım. 
Bu genç arkadaşların bir şekilde uyarılması gerektigini biliyordum. Bir şeyler yapmalıydım ama nasıl? İşte burada uyarının titizlikle, incitmeden yapılması gerektiğini düşündüm. Çünkü karşımda çocuk denecek yaşlarda ve heyecanlı ama umut dolu bireyler vardı. Gözüme birini kestirip yanıma çağırdım. Net bir ses tonu ile “benden sipariş alan sen miydin?” diye sordum. Tedirgin bir sesle “hayır” demesi, sipariş alanın yanımızda bitmesiyle aynı anda oldu. Gelen çocuk “soğansız olacaktı değil mi?” dedi mahcup bir ifadeyle. “Evet” dedim. Peki “başka” dememle irkildi. Başka? 
- “Düşün bakalım başka. Ayran.”
İkinci kez mahcup olmuştu. Ama kesinlikle amacım bu değildi. Peki “başka” dedim. Karşımda gerginlik zirvedeyken ben de aslında büyük keyif alıyordum. Çünkü birazdan birlikte zafer kazanacaktık. “Islak mendil” dedim. Üçüncü mahcubiyet. Ama bu kadar mahcubiyet yeterliydi. “Şimdi” dedim güler yüzle ve kendinden emin bir ifadeyle, “şimdi tüm bunları telafi edecek bir çay getirin bakalım” dememle yaşanan zaferi size anlatamam. O andan itibaren çocukların yüzündeki mahcubiyet yerini büyük bir mutluluğa ve saygı ifadesine bırakmıştı. Artık onlar için çok değerli bir misafirdim ve konforum için her şey yapılacaktı. Küçücük bir rahatsızlık ustalıkla dile getirilmiş, bununla birlikte doğru üslup kazanmıştı. Her ne kadar yanlış üslubun kurbanı olduğum pek çok anı canlansa da zihnimde…
Kalın Sağlıcakla.