Bu yazımda size değerleri okurlarıma hafta sonu yapmış olduğum bir seyahat rotasından bahsetmek istiyorum. Bulutlara uzanan bir seyahat… 
Yozgat merkezden başlıyor yolculuğum. Yılan gibi kıvrılan yollardan, umarsız otlayan hayvanların yanından, sarıdan yeşili çalan otların ve ağaçların arasından Anadolu irfanının zirve yaptığı bir köye ulaşıyorum. 
Çekerek ‘in Karahacılı köyü… İlk girişte Pakiye Çetin çeşmesi karşılıyor beni. Tatlı ve gürül gürül suyundan tadarak giriyorum köye. 5 dakika diye girdiğim köyden çıkışım tam 1 saat sürüyor. “Geliş senin isteğine bağlı ama dönüş öyle değil” diyorlar. Anadolu irfanı diye boşa demiyorum. Anadolu’da yola aç çıkılmaz. Yemek, çay ve sohbet faslı sonrası bir poşet organik kayısı ile çıkıyorum yola. Tabi yolda boş durmamak gerek. Sonra o kayısıdan kimler tadacak bir bilseniz. Bakın parantez açıyorum nasip nasıl bir şey… 
Çekerek’te bir kayısı tohumu toprağa düşer, belki 20 yıl sonra bir dalında yetişen kayısı Ordudan Güçlü Abi’nin ya da İstanbuldan Sahir Abi’nin nasibi olur. Artık yola çıkma vakti; malum yol uzun, bulutlara yolculuk var. Zile'ye doğru uzanıyorum yer yer ıslak yollarda, gökkuşağı selamlıyor kimi zaman beni. Kimi zaman gürül gürül akan yol kenarı çeşmeleri kimi zaman kurumuş ama çoğu zaman yalnız, dertleşiyor benimle. 
Günebakanlar el pençe divan duruyor geçeceğimi haber almış gibi. Bir poşet kayısı ve Candan Erçetin’den Yalan şarkısı eşlik ediyor. Telefon direklerine sıralanmış kuşlar meşk ettiği sırada, içime Ege kıyılardan esen esintileri hissediyorum. Güneş son bir çabayla uzatıyor kollarını. Karayünbeli geçidini aşarak balkonlardan salınan nazende asma yapraklarının olduğu Zile'ye, ardından sırasıyla Turhal, Tokat ve gecenin sessizliğine ayak uydurarak denize ulaşıyorum. Kaliteli Fındık diyarı Giresun. “Ha buradan Giresun”. 
Buraya geliş amacıma ben bulutlara ulaşmak desem de aslında teknik anlamda amaç GİDOSK’un düzenlediği bir spor şenliğine katılmak. 
Yeni günün erken saatlerinde ülkenin farklı farklı yerlerinden bir araya gelen farklı farklı insanlarla heyecan içerisinde bir bekleyiş başlıyor bulutlara hareket öncesinde. Dedim ya farklı farklı insanlar… Her birinin farklı farklı hikayeleri var. Gazete köşesine sığmayacak kadar fazla anı…
Dereli ilçesinden hareket ederek ilk durağımız olan Aksu köyüne doğru yükseliyoruz. Yol üzerinde evlerin görüntüsü adeta tabloyu andırıyor. Sanki bir fırçayla yerleştirilmiş gibi dağın yüzüne. Ağaçların dağlara paralel uzandığını hissettiğiniz bir coğrafya… Büyülenmiş bir şekilde hareketimize devam ediyoruz. Yol üzerinde Kuzalan Şelale’sini, Mavi Göl’ü, Karadeniz’in Pamukkale’si Giresun Travertenler’ini ziyaret ediyoruz. Travertenlerin karşısındaki dağlardan gelen sodalı suyu da unutmayalım.
Çay içmek üzere Kızıltaş köyünde mola veriyoruz. Kalabalık karşısında şaşıran amca çay yetiştirmeye çalışırken şöyle diyor: “45 yıldır işletiyorum burayı ilk defa böyle kuyruk oldu.” Bulutlara az bir yol kala Aksu köyüne ulaşıyoruz. 
Aksu köyü muhtarı ve köy halkı oranın – benim gözlemlediğim kadarıyla – imkanlarının çok üzerinde bir hizmetle yaklaşık 70 kişiyi sıcak yemek ile doyuruyor. İsimler farklı, coğrafya farklı ama içgüdü aynı. Anadolu İrfanı… Yöresel “dible” yemeğini burada tadıyorum ilk kez. Ve hareket zamanı… Artık ağaç örtüsü yerini bodur otlara bırakıyor. Zorlu bir yoldan ilerleyerek yaklaşık 2500 metre irtifaya, az üstümüzde kar kürtüklerinin olduğu kamp alanına ulaşıyoruz. Artık bulutların yer yer yanında yer yer üstündeyiz. Rengarenk çadırlar bir bir yükseliyor yeşil yerin ortasında. Ateş başı sohbetleri, kaynayan çaylar, bizimle saklambaç oynayan yıldızlar… Dört yanı bezle çevrili bir grup doğa insanı ve derin sessizlik… 
Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıyoruz. Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra 3000 metreden yüksek karlı yalçın zirvelere doğru göç başlıyor. Bir bulut, bir güneş, bir yağmur eşlik ediyor. Biz yükseldikçe heyecanımız da yükseliyor. Yukarıdan bakınca petrolü andıran Camlı Göl’e ulaşıyoruz. Çarşaklara, yağan yağmura, soğuyan havaya aldırmadan zirveye oradan da Sağrak Gölü’nün doyumsuz manzarasına ulaşıyoruz. Yaklaşık 7-8 saatlik yürüyüş sonrasında kamp alanına ulaşıyoruz.
Her güzel şeyin olduğu gibi bu seyahatin de sonuna doğru yaklaşıyoruz. Dönüş yolunda Yavuzkemal Belde belediyesinin ikramları sonrası ekibe veda ediyorum. Son olarak Halil Rifat Paşa Kervansarayı’nda anlamlı bir mola veriyorum. Küçük bir not bırakarak, Karadeniz’in sis doğuran, yeşilin bin bir tonundaki dağları arasında düşünceler ve mutlu bir tebessüm ile gözden kayboluyorum. 
Başka Anadolu rotalarında buluşmak dileklerimle. Kalın Sağlıcakla…