Cumhuriyet’in ilanıyla başlayan tedrisat alanındaki modernizasyon ile birlikte modern okul binaları Anadolu’nun birçok yerinde inşa edilmeye başlanmış. Bu okullardan birisi ise şehrimizde Adnan Menderes Bulvarı üzerinde bulunan Cumhuriyet Mektebidir. O dönemki adıyla “Cumhuriyet İlkokulu” dönemin valisi Ali Rıza Bey tarafından 1927-1930 yıllarında dönemin mimari üslubu yansıtılarak inşa ettirilmiş. 
Mektep pek çok insanın eğitim hayatına tanık olmuş, pek çok öğretmenin heyecanına, serzenişine tanık olmuş. Hatta Sabahattin Ali ilk öğretmenlerinden olsa gerek. 
Düşünün Sabahattin Ali’nin burada öğrencisi olma ayrıcalığına sahip olan öğrencilerinden bugün hayatta olan kalmış mıdır? Sahipsiz kaldığı bilgisini okusak da bir dönem, mektep o günlerden günümüze sapa sağlam ayakta kalmayı başarmış, yaşayan bir tarih haline gelmiş. 2007 yılına gelindiğinde üniversitemizin rektörlük binası olarak hizmet vermeye başlamış. Yıllar sonra, bugün ise inşa edildiği tarihteki aynı ruhla fakat farklı bir amaçla hizmet vermeye başladı tarihi taş bina. 
Rektör Evren hocamızın girişim ve tensipleri ile bugün ki “Bozok Evi” hüviyetine kavuşan mektep, tarihten günümüze hikayeler anlatmaya devam ediyor. Ancak bu sefer ki dinleyiciler yediden yetmişe tüm halk. Arnavut kaldırımlı büyük ve yeşil bahçede tüm şirinliğiyle artık herkesi tarihe tanıklık etmeye davet ediyor. 
Birkaç arkadaşımla birlikte gidiyoruz Bozok Evi’ne. Personel bizi ilgi ve güler yüzle karşılıyor. Ardından stajyer öğrenciler tarafından tarihi ikonik sınıfa davet ediliyoruz.  
Kim bilir bugünün hangi akademisyenlerinin, bürokratlarının, siyasetçilerinin oturduğu sıralara oturarak biraz maziye dalıyoruz. Belki bugün birçok öğrencinin hiç görmediği ve dahi artık görmeyeceği kara tahtayı, tebeşiri izliyoruz. 
Öğretmen masasında duran anı defterindeki yazılanlara şöyle bir göz gezdiriyoruz. O sırada başka ziyaretçiler beliriyor. Biraz yaş almış üç ağabey. Simalar yabancı değil tabi ki. Kendi aralarında birbirlerine anlatıyorlar: 
- “Ben şu sırada otururdum.”
Hemen yaklaşıyoruz yanlarına. Soruyoruz “hatırınızda canlanan anılarınız var mı?” diye. Olmaz mı? 1965-1970 yıllarında bura sıralarda öğrenci olduklarını, hayata dair her şeyi bu sıralarda öğrendiklerini anlatıyorlar bize. Ve bir dönem koşuşturdukları sınıflarda eski anılarını, yıllar sonra bugün yad edebildiklerinden duydukları memnuniyeti dile getiriyorlar. 
Hani “Bir şehir halkı ile o şehrin rektörü arasında nasıl bir bağ oluşur?” diye soracak olduğunuzda kanıt tam o anda imdadınıza yetişiyor. 
Ağabeylere veda ettikten sonra kafeterya bölümüne gelerek üniversitenin akademik personellerinin ellerinden çıkan tatlılarımızı ve çayımızı alarak bahçeye çıkıyoruz. Bir dönem çocuklarının mavi/siyah önlüklerle ve gururla İstiklal Marşı okuduğu bahçeye… 
Güzel hava bize eşlik ederken biz de sohbet ediyor, bir yandan güzel lezzetleri tadıyor, bir yandan da etrafı merakla ve hayranlıkla inceleyen insanları izliyoruz. 
Ve güneş gizlerken kendini dağların ardına, artık burası bizim de evimiz, sık sık geleceğiz diyerek personele, tarihe veda ediyor ve ayrılıyoruz…